• Okuma süresi:6 Dakika Okuma Süresi
  • Yorumları yayınlayın:0 Yorum

YAĞLI BOYA BİR TABLOMUN YORUMU VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

DUYGUSAL ETKİ

“Duygusal Etki” adındaki bu yağlı boya tablomu, 50×60 cm boyutunda bir tuval üzerine, 2021 yılında soyut dışavurumculuk ve sürrealizm akımlarının etkilerini barındıran, duygusal (hissi) ve ruhsal bir yolculuğa davet eden bir kompozisyona sahip şekilde yaptım.

“Duygusal Etki” adını verdiğim bu sürrealist yağlı boya eserimde duygu, yalnızca bir konu değil; aynı zamanda eserin biçimini, ritmini ve anlamını belirleyen asli unsurdur.

Sanat tarihinde duyguların dışavurumu, kimi zaman figüratif gerçekçilikle, kimi zaman da soyut renk alanlarıyla ifade edilmiştir.

Fırça darbelerim ve renk geçişlerim, figüratif ve soyut formlar arasında bir köprü kurarak izleyiciyi görsel ve fotoğrafı çekilemeyen bir dünyayı keşfetme yolculuğuna çıkarıyor.

Bu yağlı boya resim, soyut dışavurumculuk ve sürrealizm akımlarının etkilerini barındıran, duygusal ve ruhsal bir yolculuğa ya da hayal macerasına izleyeni sürükleyen bir kompozisyon etkisine sahiptir.

Kullandığım renkler ve duygusal etki, eserimin renk paleti sıcak ve soğuk tonların dengeli bir karşıtlığını sergiliyor. Bizim için renkler yalnızca estetik unsurlar değil, ruhun dilleridir.

Kırmızı, yeşil, mavi ve sarı tonlarının iç içe geçerek oluşturduğu atmosfer, enerjik ve dinamik bir his uyandırırken aynı zamanda mistik ve rüya gibi bir etki yapıyor. Pastel geçişler ile keskin kontrastların birleşimi, kompozisyonun dramatik yapısını güçlendiriyor. Kırmızı, varlığın yakıcı coşkusunu; mavi, içsel sükûnu; yeşil, doğanın direncini; siyah gölgeler ise varoluşun karanlık tortularını taşır.
Kırmızı ve pembe tonlar, içsel coşku ve tutkunun sıcaklığını; yeşil ve mavi tonlar dinginliği ve huzuru; karanlık geçişler ise varoluşun gölge yanlarını işaret eder. Bu renkler, birbiriyle çatışmaz; aksine, içimizde yaşadığımız o çok katmanlı hâllerin görsel karşılığıdır.

Sanat, bu çokluk içinden hakikati sezdirmenin yoludur. Böylelikle resim, izleyicide karşıtlıkların birlikte var olduğu bir duygusal denge duygusu yaratır.

50×60 cm boyutundaki bu eser, yüzeyi tamamen dolduran renk katmanlarıyla izleyiciyi bir duygular peyzajına davet eder. Merkezdeki figüratif çağrışımlar – yükselen bir yüz profili, dalgalanmış bir beden kıvrımı ya da hayale bürünmüş bir siluet – somut bir varlık değil, “duygunun biçimleşmiş hali”dir. Burada figür, salt bir beden olmaktan çıkar; içsel bir titreşimin, bir ruh halinin görsel karşılığına dönüşür.

Ana figür, bir insan silüetine ya da doğaüstü bir varlığa benzeyen kıvrımlı hatlarıyla dikkat çekiyor. Ancak, tam olarak neyin tasvir edildiği belirsiz bırakılarak; izleyicinin hayal gücüne açık bir alan sunuluyor. Bu yaklaşım, sürrealist sanat anlayışına yakın bir etki meydana getirir: Çünkü, herkesin hayali farklıdır ve yüzde yüz kimsenin hayali de tasvir edilemez.

Biçim ve hareket (dinamizm açısından) resimde belirgin bir hareket hissi mevcuttur. Akışkan hatlar ve renkler arasında geçişler, figürlerin ve soyut formların birbiriyle etkileşimini vurgular.

Işık ve derinlik algısını, ışık ve gölge oyunlarını ustalıkla kullanarak resme derinlik katmış oldum. Bazı bölgelerde yumuşak geçişlerle bir sis etkisi meydana getirirken, diğer alanlarda ışığın sert bir şekilde vurduğu keskin parlaklıklar öne çıkardım.
Bu teknik sayesinde, resme dramatik bir anlatım kazandırarak izleyicinin dikkatini belirli noktalara yönlendirmeyi amaçladım. Bu eser, kültürel açıdan hem “Batı” sürrealizminin bilinçaltı araştırmalarını hem de “Doğu’nun” mistik içe dönüş geleneklerini çağrıştırır.

Sanat, kültürler arasında bir köprü, bireyler arasında bir içsel diyalogdur. Doğu’nun sezgisel ve mistik geleneği ile Batı’nın bilinçaltı araştırmalarını aynı yüzeyde buluşturmak, çağımız sanatçısının görevidir. Bu buluşma, yeni bir evrensel dilin doğuşunu müjdeler: Biçimin değil, duygunun evrensel dili.

Dalgalanan biçimler ve belirsiz figürler, Jung’un “arketip” kavramıyla bağlantılı olarak kolektif bilinçdışının imgelerini akla getirirken; yüzünü göğe kaldırmış izlenimi veren figür, tasavvufî bir yakarışı ya da içsel yükselişi simgeler.

Bu bağlamda “Duygusal Etki”, kültürlerarası bir diyalog yaratır: Doğu’nun sezgisel hakikat arayışı ile Batı’nın rasyonel bilinçaltı çözümlemeleri aynı yüzeyde buluşur.

Resmin estetik gücü, hem soyut hem figüratif unsurları aynı kompozisyon içinde dengeyle buluşturmasında yatar. Fırça darbeleri keskin değil, yumuşak geçişlerle birbirine eklemlenmiştir; bu, izleyicide “akış” duygusu uyandırır. Tablonun adıyla uyumlu biçimde, resim doğrudan akıl yoluyla değil, duygu üzerinden algılanır.

Eserin sunduğu “etki”, bireysel bir deneyime açıktır: Her izleyici, kendi duygu birikimine göre tabloda başka bir yüz, başka bir ışık ya da başka bir iç titreşim görebilir. Bu çokkatmanlılık, eserin estetik değerini artırır ve onu salt bir görsel temsil olmaktan çıkararak “tefekkür alanı” haline getirir.

Sanatın görevi, seyirciye hazır cevaplar sunmak değil, onun iç dünyasında yeni sorular uyandırmaktır. Çünkü sanat, tamamlanmış bir bütün değil; izleyiciyle birlikte tamamlanan bir yolculuktur. Bu yolculuğun adı “Duygusal Etki”dir – ve bu yalnızca bir resmin değil, çağdaş sanat anlayışımızın temel ilkesidir.

Duygusal Etki”, sürrealizmin 20. yüzyılda kazandırdığı bilinçdışı ve düşsel imgelerle, modern sanatın 21. yüzyıldaki duygusal ve kültürel melezleşmesini birleştiren özgün bir örnektir. Bu bağlamda eser, hem bireysel psikolojiyi hem de kolektif estetik birikimi yansıtır. Akademik açıdan değerlendirildiğinde, bu resim; sanatın yalnızca “görüleni” değil, aynı zamanda “hissedileni” ve “sezgisel olanı” da temsil etme gücünü ortaya koyar.

Sanat, yalnızca görünenin temsili değildir; sanat, görünmeyenin duyurulmasıdır. Bizler, biçimlerin kabuğuna sıkışan bir dünyanın içindeyiz; oysa hakikati taşıyan, biçimin ardındaki ruhtur. “Duygusal Etki” adını taşıyan bu eser, yalnızca bir resim değil, aynı zamanda sanatın özünü hatırlatan bir bildiridir: Sanat, duygunun görünür hâle gelmesidir.

Sanatsal yorumu ve psikolojik biçim ile hareket olarak resimde belirgin bir hareket hissi mevcut. Akışkan hatlar ve geçişler, figürlerin ve soyut formların birbiriyle etkileşimini vurguluyor.
Bugün sanatın önünde iki yol vardır: Yalnızca teknik bir maharet gösterisi olmak ya da ruhun derinliklerine açılan bir kapı hâline gelmek. Bizim çağrımız, ikincisine aittir. Çünkü teknik, ruhun hizmetinde bir araç olmadıkça, yalnızca boş bir şekil oyununa dönüşür. “Duygusal Etki” bu iddianın görsel ifadesidir: Renk, biçim ve ritim, yalnızca gözün değil, kalbin de tanıklığını arar.

Bir eser olarak bu tablo, bilinçaltı imgeler ve sezgisel çağrışımlar uyandıran bir kompozisyona sahiptir. Figürün yukarıya doğru yükseliyormuş gibi bir hissi vermesi, özgürlük, ruhsal aydınlanma ya da bir dönüşüm sürecine işaret edebilir.

Renklerin ve formların iç içe geçmiş olması, içsel bir çatışma ya da evrenle bütünleşme gibi derin psikolojik temalara da gönderme yapabilir.

“Duygusal Etki”, izleyiciyi yalnızca bakmaya değil, hissetmeye çağıran bir tablo. Bu eser, rengin ve biçimin ötesinde, bir ruh halinin, bir iç titreşimin resim diline çevrilmiş hâlidir. Sanatçının elinde tuval, bir yüzey değil; duyguların, kültürel göndermelerin ve estetik titreşimlerin iç içe aktığı bir aynaya dönüşmüştür.

Bu yağlı boya tablo, klasik temsili sanat anlayışının ötesine geçerek, izleyiciyi öznel bir deneyime sürükleyen soyut bir anlatım dili sunuyor.
Kullandığım renkler, biçimler ve hareket ile kurduğum bu görsel hikâye, bireysel algıya ve yorumlamaya açık bir eser olarak dikkat çeker.

Sanatçı olarak fırça darbeleri ve renk geçişleri, biçimler ve hareket ile kurduğum bu görsel hikâye, bireysel algıya ve yorumlamaya açık bir eser olarak dikkat çekip, figüratif ve soyut formlar arasında bir köprü kurarak izleyiciyi görsel bir keşfe çıkarıyor.
Hem teknik hem de sanatsal açıdan güçlü bir kompozisyon olması, onu çağdaş sanat içinde etkileyici bir parça haline getiriyor.

Sanatın görevi, seyirciye hazır cevaplar sunmak değil, onun iç dünyasında yeni sorular uyandırmaktır. Çünkü sanat, tamamlanmış bir bütün değil; izleyiciyle birlikte tamamlanan bir yolculuktur. Bu yolculuğun adı “Duygusal Etki”dir – ve bu yalnızca bir resmin değil, çağdaş sanat anlayışımızın temel ilkesidir.

Biz inanıyoruz ki, her sanat eseri bir “etki” yaratmalıdır. Bu etki, salt gözle görülen bir estetik haz değil; ruhta yankılanan, insanı kendine döndüren bir içsel titreşimdir. Sanat, işte bu titreşimi yaratabildiği ölçüde gerçek ve değerlidir.

Halil GÜLEL
Düsseldorf / 2025

Bir yanıt yazın